Türkiye’nin bir yol ayırımın da olduğunu bu ülkeyi yönetenler başta olmak üzere, aklı biraz çalışan her kesimden herkes söylemektedir. Söylenmeyen ise; önümüze fütursuzca dayatılan bu olguya çözüm projeleridir. Ülkesini seven yurtseverler, objektif ve Akılcı çözümü aydın yüreğiyle dile getirmeli ve iddiasını sözde bırakmadan da mücadelesini vermelidir. Aymazlık ve aldırmazlık sadece ülkeyi parçalanmakla karşı karşıya getirmez, akacak kanın yaratacağı batakta korkaklığı ve zavallılığıyla da karşı karşıya getirir. Bu ülkenin aydını ve yurtseverine düşen görev, karşı karşıya kaldığı bu duruma Mustafa kemalin gençliğe hitabesinde belirttiği yol ve yöntemle müdahale etmektir.


Çünkü söz artık kar etmiyor, söz bitmiştir! Türkiye Cumhuriyetinin, tanımını öne çıkararak bir çözümü bulmak artık zorlaşmıştır. Dile gelecek çözümün ayakları yere basmalıdır. Dışardan veya onlarla işbirliği içinde ki sözcülerin çözümlerine değil, kendi gerçeğimizin çözümüne yönelmeliyiz. Kendi gerçeğimizin tek bir adı var: Anadolu kültürü! Bu kültür bu coğrafyada yaşayan; Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Laz, Ermeni, Rum ve daha önceleri yaşayan halkların yarattığı kültürdür. Bu ortak kültür, atomun çekirdeği gibidir. Görünüm de tek, iç dünyasında farkı yaratan ve gösteren dizilişi içermektedir. Kültür sadece folklorik algılanırsa yanılgı kaçınılmaz olur. Kültür var olan topluluğun yarattığı tüm değerleri içerir. Üretimden Tüketime, bireysel yaşamdan sosyal yaşama, eğitimden sağlığa, sanattan spora, örf anane gelenekten evrensel hukuka; her şeyi kapsamaktadır.


Geldiğimiz sürecin yarattığı ayrışmayı ortadan kaldıracak hedefi de, çözümü de Anadolu kültürünün içinde aramalıyız. Anadolu kültürü yoğun emeğin sonucu doğmuştur. Yaşaması da emekle olacaktır. Çünkü emeğin Türkü, Kürdü, Laz’ı, Çerkez’i, Arap’ı, Rum’u ve Ermeni’si yoktur. Emek; bizleri insanlaştıran ama bizlerin diliyle, rengiyle ve inançlarıyla ilgilenmeyen bir güçtür. Her toplumun kendine özgü üretim biçimi ve uyumlu üretim ilişkisi vardır.


Üretim ilişkisi, toplumsal yaşamın tüm işlevlerinin doğmasını sağlar. Doğan her işlev, üst yapıların koruma ve geliştirmesiyle devam ettirilir.


Her ilişki düz çizgide ilerlemez. Daima bir çatışma mevcuttur. Çatışmanın; düzeni ve üretim biçimini ortadan kaldırmaması için de devlet; hukukla şekil almış ve yönlendirilmiştir. Çünkü çatışmanın bir yanın da üretenler, diğer yanın da ise üretim aracına sahip olanlar vardır.( devletlerin bugün geldiği nokta şu an direk konumuz değil. O nedenle derinlemesine açmak gerekmiyor) Anadolu kültürünün geçmişi tarihin derinliklerine gidebilecek düzeyde olduğu için, topraklarını işgal edenleri daima kendi kültürüyle bütünleştirmiştir. Devlette bu yeni bütünleşen kültüre göre biçimlenmiş ve uygulamasına, yeni birikim can vermiştir. Osmanlı İmparatorluğu, İstanbul’un fethi ile saf Türkmen devleti olmaktan çıkmıştır.
Neredeyse devletin dizilişi Türkmen'lerine dışına kaymıştır. Batıya göç eden Türkmen beylikleri, farklı dili ve inancı olan kültürlerle iç içe yaşamış. İstanbullun fethiyle, Osmanlı Padişahlarının anaları hiçbir zaman Türkmen boylarından olamamıştır. Osmanlı devleti; eyalet sistemi ve tımar ekonomisiyle göçebe Asya üretim tarzının, İslam ve Bizans kültürüyle bütünleştiği bir devlettir. Zamanla Asya üretim tarzı özelliğini tümüyle kaybedecek ve yerini kurumsal olan Bizans devlet kültürü üzerine oturan İslam Arap kültürüne terk etmiştir.


Zaman içinde Osmanlı, gelişen dünya sistemiyle rekabet edecek esnekliğini ve gelişmesini kaybetmesi yüzünden, kendini geliştiren ülkeler tarafından param parça edilerek tarihe mal edildi. Parçalanma ve işgal Anadolu’ya kadar nüksetti. Koskoca Osmanlı devleti, onlarca devlete ayrılan Pazar haline geldi. Anadolu fiilen işgal edildi. O koca imparatorluktan, tek devlet var oldu. Ulusal Kurtuluşa dönüşen, Anadolu halkının yer aldığı savaşla oluşan Türkiye Cumhuriyeti devleti kuruldu. Bu savaşta, lazanla azınlık sayılanların (müstesnası hariç) dışın da ki tüm halklar fiilen yer almıştır. Feodalizm tasfiye edilirken ve yerine kurulan Cumhuriyet, tüm halkları ve azınlıkları kapsamıştır. Anadolu kültürün önünü de bu bütünlük için de açmıştır. Kısa zaman da üretim ve sosyal yaşam değişmiş; kulluktan özgür yurttaşlığa adım atılmıştır. Eğitimde Arap ve İslam etkisi sınırlanmış, eğitimde birlik sağlanırken; Türkmen kültürü daha çok öne çıkarak devletin ana kültürü olmuştur. Temel olan Türkmen kültürü, günlük yaşam için de diğer kültürlere hoşgörüyle yaklaşırken, Osmanlı devletinde ki eyalet sisteminde var olan diğer etnik dillerin, gelişmesine katkı koymamıştır. Yeni Yurttaşlık algısında, kanunlar karşısındaki eşitlik; etnik dile bağlı isteklere karşılık vermemiştir.


Bu sırt çevirme halka dayalı bir anlayış ve felsefenin ürünü olan Cumhuriyete, ters gelecek biçim de dünün Osmanlı eyaletinde, bu günün güneydoğu bölgesinde devletle toprak ağalarının iç içe geçmesine neden olmuştur. Üretim ve tüketim kültürünü kendi gelişimine terk ederek; feodal kültürün dayatması hurafenin ve gericiliğin önünü açmıştır. O nedenle Anadolu’da tarikat ocakları her daim güneydoğu Anadolu da vücut bulmuştur.


Bu süreç ne zamana kadar sürecekti? Cumhuriyeti yöneten Hükümetler bu konu da öngörülü olamadı. Bilimi ve bilimin yaratacağı evrensel gelişmeleri hissedemedi. Bilim ve teknoloji öylesi bir hızla gelişti ki, dağ başında ki çoban da kendi kimliğini sorgular hale geldi. Cumhuriyeti yöneten hükümetler, cumhuriyetin temelini oluşturan tam bağımsızlık algısını sağcı hükümetlerle kaybetti. Ülke ekonomisini tam bağımlı olmasını gelişme diyerek alkış tuttular. Entegrasyon hikâyesine kendilerini kaptırarak, sadece üretim alanını değil sosyal yapımızı da ipotek altına soktular. Dinsel ve ırksal kimlikler emperyalistlerce körüklendi. Onların amacı enerji kaynaklarının dağıtımının yapıldığı bölgelerde güçlü bağımsız devletleri ortadan kaldırmak, küçük ve güçsüz devletler yaratmaktır. Kürtleri veya Arap halkını ya da Afgan halkını çok önemsediklerinden; demokrasi veya demokratik yönetimler istemiyorlar. Çıkarları öyle gerektiği için ‘’demokrasi’’ havarisi kesiliyorlar.


Türkiye üzerine projelerinde sonuç alamama nedeni, Anadolu kültürü hoş görü üzerine kuruldu. Türkiye halkları nedeni ne olursa olsun göçlerle gittiği hiç bir yerde düşmanca tavırla karşılanmamıştır. Halk kısa zaman da birbiriyle kaynaşmış, çekinmeden evlilikler dahil her tür ilişkiye girmişlerdir. Bu ilişki ortak kültürü daha da canlı kılmıştır. Biri diğerini kendi yaşamının bir parçası yapmıştır. Biri diğerini rahatça temsil edebilmiştir. Kısaca bir arada yaşama, günümüz Anadolu kültürünün vazgeçilmezi haline gelmiştir. Kürtler, farklı dile sahiptir. Yani Türk boylarından gelen bir halk değildir. Ancak göçebe yaşam tarzı, İslam’la bütünleşince; kültürel olarak da Türk boylarıyla bütünleşti. Osmanlıyla uyum içinde yaşadı. Osmanlı sonrasındada Anadolu'da yaşamlarını, devletin asli unsuru olarak sürdürüyorlar.


Türkiye Kürtleri, parçalanmış Anadolu'da bir Kürt devleti istemiyor. Osmanlı son döneminde ve daha sonraki göçler nedeniyle Kürtler Anadolu'nun sathına yayılmıştır. Sömürgeciliğin katı biçimde uygulandığı ülkelerde olduğu gibi; Türklerin dışındaki tüm yurttaşlar ikinci, üçüncü sınıf muamelesi yaşamıyor. Önemli ve ısrarcı oldukları istekleri; kendi dillerini gramer olarak öğretilmesidir. Türkiye'deki sorunun düğümü bu istek! Diğer hususlardaki sorunlar Türkiye halkının tümünün ortak sorunudur.


Emperyalizm; bu düğümü kullanarak Türkiye'de kaos yaratarak, iç savaş körüklemek istiyor. Projelerini hayata geçirmek içinde her kesimin milliyetçi geçinen işbirlikçilerini kullanıyorlar. Milliyetçi söylemlerle ötekileştirme derinliğini güçlendirmek istiyorlar. Oysa Emperyalizm insancıl ve demokratik taleplere kucak açmaz.


Semer vereceği her şeyde sömürgeci çıkarı vardır. Ne yaparlarsa yapsınlar, bizleri birbirimizle savaştıramazlar.


''İkimiz bir fidanın güller açan dalıyız. Sen benimle, ben seninle bu hayatı yaşamalıyız. Severek birbirimizi hayatta hep gülmeliyiz.''