Senin 1926 yılında kadınlara verdiğin değerleri koruyamadık.
İnsanlık tarihin de; insanlar çözmekte zorladığı her şeye kuşkuyla yaklaşır. Korkar ve o enteresan gelişme karşısında ya diz çöker ya da bilinçsizce saldırganlaşır.
Ölüm.
Tanrısal güç.
Ve insanlığın geleceğini fiilen üreten kadın..
Bu üçlü kimi kez aşık olunan, kimi zaman korkulan, kimi zaman da çaresizce teslim olunan argüman olmuştur.
Ölüm ve tanrısal gücü bir yana bırakalım...
Kadın yaşamın, temel ekseninin parçası olmuştur. Eksendeki kadın, erkek ortaklığı; erkek egemen toplumlarda ret edilmiştir.
Öyle bir ret edilme varki; kadın önce giydiği elbiseyle sonra da ev içine hapsedilmiştir..
Ülkenin her yanında kadınları, erkek karşısında düşük profil yapan zihniyet, kadını hapseden sürecin uzantısıdır.
Ayrıca kadını meta olarak gören ticaret, kadın cinselliğini ticaretin vazgeçilmez reklam uzvu yaptı.
Ticaretin uzvu yapan bu sistem, mülk üzerinde yeşermektedir.
Bu sistem bir avuç "çapulcu himmetiyle" daima yüz kızartan ve ahlaki olmayan ilkeleri taçlandırdı.
Sonuç: Doyumsuzluk ve ahlaksızlık.
Tarikata yol veren, Şeyhi ve ümmeti yeniden sistemin parçası yapan, kadın kutsallığını bir ilmikle boğarak,bir avuç beze gömen; İslamla ilgisi olmayan, sömürgeci zihniyetin kültürüne son nokta konmalıdır...
İşte o gün kadına hükmedilen zulüm son bulacaktır! 17 Şubat 1926 medeni kanunu, Türk kadınına tarihinden gelen gücü geri verdi. Ama çağdaş dünya yaşamını kendine hedef yapan cumhuriyette o gücü koruyamadık .
Senden özür dileriz, Mustafa Kemal!
Neden demokratik cumhuriyet?
Türk kadınına tarihinden gelen gücü yeniden vermek için!